Rheinland-Pfalz Atatürkçü Düşünce Derneği olarak 8 Mart DÜNYA EMEKÇİ KADINLARIN birlik, dayanışma ve mücadele gününü tüm içtenliğimizle kutluyoruz.
7 Mart 2010 tarihinde Saat 14:00 - 18:00 arası Bürgerhaus Finthen' de kutlanan bu anlamlı günü destekliyor ve tüm üyelerimizi ve yakınlarınıda bu kutlamaya davet ediyoruz.
2010 yılı Diğer Duyuru ve Yazılar
10 KASIM 1938 Saat 9:05 - Atatürk
Türkiye Cumhuriyetini kuran Atamız Mustafa Kemal Atatürk'ün ölüm yıldönümü. Eğer onu hala anlayabiliyor ve gösterdiği yolda ilerleyebiliyorsak ne mutlu bize. O zaman O'nu hen anmış hem de anlamışız
demektir.
Fakat ne yazıkki tam anlamıyla onun gösterdiği yolda ileryemediğimiz için bugün bir çok sorunlar yaşamaktayız ve bu sorunlar her gün git gide büyümektedir.
İki Mustafa Kemal vardır. Biri ben, et ve kemik, geçici Mustafa Kemal. İkinci Mustafa Kemal, onu “ben” kelimesiyle ifade edemem; o, ben değil, bizdir. O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni
hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasını temsil ediyorum. Benim teşebbüslerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal
sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal odur.
İşte o Mustafa Kemal'in yaşatılmasını diliyoruz. Eğer O Mustafa Kemal'de ölürse işte o zaman hüngür hüngür ağlamak lazım. Yoksa her insan ölecektir mutlaka. Sonuçta arkasından ağlamak değil onu
hatırlamak, hatırlatmak ve gelecek nesillere onun fikirlerini doğru bir şekilde aktarıp o fikirlerin kalıcı olmasını sağlamalıyız.
RPADD-MAINZ
----------------------------------------------------------------------------------------------
ATILLA ILHAN´NI SAZGIYLA ANIYORUZ !!!
Attila İLHAN'dan kısa ama düşündürücü bir kaç söz
Türkiye'nin bir hain kontenjanı var, bu nüfusun yüzde 10'udur.
Türk aydını dediğimiz kişi, Batı'nın manevi ajanıdır.
Eğitim, savunma ve ekonomi milli olmalıdır, olmazsa Sevr gelir.
Batı diye bir şey yoktur. Bu hayali bir kavramdır. Almanya Almanya'dır,Fransa Fransa'dır.Birleşik, bütünleşmiş Batı diye bir şey yoktur.
Türkiye'de basın Türk değildir.
“Başarı yalnız yetenek değil, disiplin, özveri, bağımsız ve ödünsüz bir kişilik, içten bir yurt ve insan sevgisi gerektirir. Ancak o zaman, gerçek ve hak edilmiş bir başarı olur” diyor Attila İlhan. Tam beş yıl önce 10 Ekim 2005 yılında aramızdan ayrıldı Kaptan. Ayrılırken tarihi sorumluluğunu yerine getiren çağrısıyla ve bir de müjdeyle ayrıldı. Tarihi çağrı “Önce Türkiye” diyen herkesin birleşmesiydi. Müjde ise Dip Dalgası...
Dip Dalgası’nın Müjdesini Verdi
Attila İlhan’ın aramızdan ayrılmasından yaklaşık bir yıl sonra dip dalgası vücut buldu. O dip dalgası 2007’nin 14 Nisan’ın Tandoğan’da doğdu, 29 Nisan’da kadınlar İstanbul’da çağladı ve 13 Mayıs’ta
İzmir Gündoğdu meydanında milyonlara ulaştı.
........
görünmez bir mezarlıktır zaman
şairler dolaşır saf saf
tenhalarında şiir söyleyerek
kim duysa / korkudan ölür
tahrip gücü yüksek
saatli bir bombadır patlar
an gelir
attilâ ilhan ölür
----------------------------------------------------------------------------------------------
Değerli okurlarımız, 12 Eylül 2010 Referandum sonuçları:
Türkiye genelinde sonuç:
% 58 EVET% 42 HAYIR
RPADD-MAİNZ olarak bizde Referanduma 'HAYIR' dedik. Nedenmi HAYIR Sayın Banu Avarı´n anlatmıyla, buyrun NEDEN HAYIR dediğimizi okuyun ..
NEDEN Mİ 'HAYIR'!.....................12.ağustos 2010
Bugün Feleknaz aradı. O, Adıyaman’da bir tekel işçisiydi. Ankara çadırlarında tanışmıştık. Adıyaman tekel işletmesinin, hüzünlü, yıkık dökük binasında yeniden karşılaşmıştık. Arkamızda uzanan altın sarısı balyalar, yıkık çatıdan giren yağmurda ıslanıyorlardı. Cumhuriyetin damgasını taşıyan küçük tahta tütün masalarının bıçak kesiklerine giren yağmur damlaları yerdeki su birikintilerine telaşla düşüyordu. Bir zamanlar Feleknaz’ların oturduğu küçük iskemleler sağa sola dağılmışlardı. Tütün bandı sessiz, üzeri tütün tozu yağmur karışımıyla kaplı, bize bakıyordu. Aşağıda yemekhaneye toplanmış tekel işçisi kadınlar, çaresizliklerini haykırıyorlardı.
* * *
Feleknaz mı? O artık 4Cli. Birçok diğeri gibi köleleşti. Sahipsiz kaldı, parasız kaldı, kış soğuğunda kaldırımlarda yattı. Sonunda verilen parayı aldı. Yaşaması lazımdı!
Bana soruyor? ‘Evet’ mi? ‘Hayır’ mı?‘
Senin fikrini öğrenmek istedik!’ diyor.
Konuyla ilgili aldığım ilk telefon ya da ileti değil bu. Yazdığım ilk yazı da olmayacak. Ama bir şey anladım. Sözler anlaşılabildiği oranda etkili. Ve anlaşılabilmesi, anlatanın becerisinde
gizli!
Yani, ‘Halk anlamıyor!’ lafı işin bahanesi. Anlatın o zaman. Anlatabilin! Anlatabilelim! En azından neden anlatamadığımızı, neden aktaramadığımızı, neden bilgiyi karşı tarafa geçiremediğimizi
bilelim!
Bizim derdimiz, bildiklerimizi birbirimize anlatmak değil ki! Bildiklerimizi, bilgi alması engellenmiş, her yolla kandırılmış, aldatılmış, açlıktan bitap düşmüş, işsizlikten dumura uğramış olanlara
aktarabilmek…Bağımsız Türkiye Partisi, İşçi partisi, Yeniçağ Gazetesi ve Ulusal Kanal’ın ‘neden HAYIR’ duyuruları en kolay anlaşılır ve etkili olanlar. Onlardan bir derleme yapalım.
Neden mi ‘HAYIR’?
82 Anayasasının daha da şeddelisi ve aynı odaklarca hazırlanan bir Anayasa ile, bu milletin bugüne kadar kazandığı tüm haklar gaspedileceği için!
Bugüne kadar ANAYASA MAHKEMESİ ve DANIŞTAY’ın DUR dediği tüm belalar yasalaşıp Türk milletinin önüne geleceği için!
Nedir Yargının ‘DUR’ dedikleri bir bakalım.
Türk halkı HAYIR oyuyla, neye HAYIR demiş olacak sıralayalım:
HAYIR demek,
Küresel sermayenin sırtlanlarının TOPRAKLARIMIZA; MADENLERİMİZE, SUYUMUZA elkoymaya KANUNEN hak kazanmasına HAYIR demektir.…
Şu anda yasa dışı olarak ülkemizde faaliyet gösteren 350 yabancı maden şirketinin, tüm doğal kaynaklarımızı, suyumuzu, borumuzu, petrolümüzü ve neyimiz varsa hepsini YASAL OLARAK talan etmesine HAYIR
demektir!
HAYIR demek,
Suriye sınırımızda Kıbrıs'ın 3 katı büyüklükteki mayınlı arazi ve altında yatan trilyonlarca dolarlık petrole İsrail’in el koymasına HAYIR demektir.
Büyük bir çoğunluğu elden çıkarılmış olmakla beraber, henüz hala bizim olan, ağır sanayi işletmelerinin, limanların, KİT arazilerinin, pul parasına yabancı sermaye ve yerli işbirlikçilerine YASAL
OLARAK peşkeş çekilmesine HAYIR demektir.
Tekel işçilerinin can siperane direnişleri sonucu, Danıştay tarafından durdurulmuş olan 4C kölelik yasasının, tüm çalışanları kapsamasına HAYIR demektir.
HAYIR demek,
Tüm memurların, hükümet tarafından kurulan bir komisyonun oyuncağı haline gelmesine, dilencileştirilmesine, 9000 iş günü çalışıp, ölünce emekli olmaya HAYIR demektir.
Meralarımızın, hazine arazilerimizin yabancılara tahsis edilmesine HAYIR demektir.‘Paran kadar sağlık’ politikasına, eczanelerin yok edilmesine HAYIR demektir.
Tarım ve hayvancılığın yok edilmesine HAYIR demektir.
Danıştay tarafından satışı durdurulan, şeker fabrikalarının, tarım çiftliklerinin YASAL OLARAK satışının önünün açılmasına HAYIR demektir...
Genetiği değiştirilmiş ürünleri sofranıza iteleyen küresel şirketlere HAYIR demektir.. Unakıtan’ın Gül’ün Erdoğan’ın çocuklarının milyon dolarla oynarken her dört gençten birinin işsiz kalmasına
HAYIR demektir..
HAYIR demek,
Türk ordusunun Paralı askere dönüştürülme projesine HAYIR demektir..
Güvenlik güçlerinin elini kolunu bağlayan AB uyum yasalarına HAYIR demektir.
ABD ile istihbarat paylaşımına HAYIR demektir.
100 yıldır Batının elinde oyuncak olan tarikatlara, etnik ırkçı bölücülük yapan odaklara HAYIR demektir.
HAYIR demek tüm bu saydıklarımıza HAYIR! YETER! DUR! demektir!.
‘EVET’in arkasında sırtlan dişlerini gıcırdatan Yedi Düvel vardır!.. Bu referandum, küresel sermayenin Türkiye’yi işgal planında çok önemli bir adımdır.Avrupa ve Amerika’dan yükselen sesler, koro
halinde ‘EVET’ demektedir. Pentagon, Washington, Brüksel ‘EVET’ demektedir. İsrail ‘EVET’ demektedir…Barzani ‘EVET’ demektedir.
Fethullah Gülen, Pensilvanya’dan:‘Değil sadece kadını erkeği, çoluğu çocuğuyla hatta imkan olsa mezardakileri bile kaldırıp ‘evet’ oyu kullandırmak lazım” demiştir.
Abdullah Öcalan, Kandil ve BDP, referandumu boykot’ görüntüsü altında “evet” propagandası yapmaktadır. AKP, hergün şehit cenazesi kalkarken terör örgütüyle aynı safta yeralmamak için BDP’ye ‘boykot’
cenahını uygun görmüştür.
BİZ işte tüm bu rezilliğe HAYIR diyoruz!
Faşist bir siyasi parti elinde tüm insan hakları ve demokratik özgürlüklerin yok edilmesine HAYIR diyoruz!.
Tüm yasal haklarımızın , küresel çete emriyle, iktidar eliyle gaspedilmesine, konuşma, düşünme, yazma hürriyetimizi kaybetmeye HAYIR diyoruz. İzlenmeye, dinlenmeye, fişlenmeye HAYIR diyoruz.
Yargıçların bir parti tarafından atandığı ve bir partili olarak vatandaşı yargıladığı bir düzenin kurulmasına HAYIR diyoruz! İnsan hakları, Demokrasi Özgürlük çığlıklarıyla tüm haklarımıza el
konulmasına HAYIR! diyoruz.
Suçunun ne olduğunu bilmeden, ‘kurbanlık koyun gibi’ içerde tutulan gazeteci, parti başkanı, subay ve aydınların hayatının gaspedilmesine HAYIR diyoruz..
TUNCAY, MUSTAFA, UFUK, DENİZ VE DİĞERLERİ
Biliyoruz ki her gecenin sabahı var. Ve bu sabah yakın.Yeter ki siz ruhunuza ve bedeninize iyi bakın!
Banu AVAR
banuavar@superonline.com
www.banuavar.com.tr
ZAMAN DARALIYOR!
- Banu Avar -
Güneydoğu ateş altındayken, Hatay ve İnegöl kaynamaya başladı. Şırnak’da Devlet adamları sokakta yürüyemiyor! Bu ateşin yayılması uzun zamandır planlanmaktaydı…
Yazmıştım, küresel güçler, kolay kolay pes etmeyen milletleri ‘yola getirmek’ için bölgesel savaşların ateşini yakarlar.. CIA istasyon şefi Paul Henze açıkça söylemişti:
“…. temel bir düzenlemenin (federasyonlaş tırmanın) yapılabilmesi için 20. yüzyılın sonunda Türkiye’nin içine sürüklendiği bunalımın daha (da) kötüleşmesi gerekecektir.’(Mustafa Yıldırım, Sivil
Örümceğin Ağında)
İşte bunalım giderek arşa tırmanıyor. Bakın işsizlikten, açlıktan yokluk ve yoksulluktan, satılan fabrikalardan bahseden kaldı mı? Gündem giderek sertleşiyor. Bu ‘iç savaş’ gündemidir.
Açın Yugoslavya örneğini okuyun. Aynen böyle başlamıştır.
Perkins şablonu yazmıştı…
John Perkins’i okudunuz mu? Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları adlı kitabın yazarı.
Küresel sermayenin/çetenin Yugoslavya’da ve dünyanın birçok ülkesinde nasıl bir senaryoyla hareket ettiğini ana başlıklarıyla anlatır. İnternetteki bir söyleşisinde dünyayı
ele geçirmeyi hedefleyen küresel sermayenin şablonunu şöyle özetlemişti.
İşte, Türkiye’nin 1947 sonrası tarihi.
‘Biz ekonomik tetikçiler,önce doğal kaynakları zengin , stratejik konumları önemli ülkeleri tespit ederiz. O ülkeye Dünya Bankası ya da kardeş kurumlardan bir kredi ayarlarız. Ayarlanan kredi
asla o ülkenin hazinesine gitmez. O ülkede ‘proje’ yapan bizim şirketlerimizin kasasına girer.
Enerji santralleri, sanayi alanları, limanlar yapılır.. Bizim şirketlerimiz kazanır .. O ülkedeki birileri de nemalandırılır. . Toplum bu düzenekten hiçbir şey kazanmaz. Ama ülke büyük
bir borcun altına sokulmuş olur. Bu o kadar büyük bir borçtur ki ödenmesi imkansızdır. Plan böyle işler..
Sonunda ekonomik danışmanlar/tetikç iler olarak gider onlara deriz ki: ‘Bize büyük borcunuz var. Ödeyemiyorsunuz. O zaman petrolünüzü satın, doğal gazı bize verin, askeri üslerimize yer
gösterin! Askerlerinizi birliklerimize destek olmaları için savaştığımız bölgelere gönderin, Birleşmiş Milletler’de bizim için oy verin!. Elektrik, su, kanalizasyon sistemlerinizi özelleştirin!
Onları Amerikan şirketlerine ya da diğer çok uluslu şirketlere satın!
Sosyal hizmetleri, teknik sistemleri, eğitim kurumlarını, sağlık kurumlarını hatta adli sistemleri ele geçiririz Bu, ikili üçlü dörtlü bir darbeler serisidir.’
İşgal Ordularına çağrı başladı!
Bir ülkenin ekonomisi tamamen ele geçirildikten sonra, tüm temel organları yavaşça ele geçirilir. Devleti devlet yapan kurumlar paramparça edilir. Siyasetine, ordusuna, polisine,
yargısına, eğitim sağlık sistemlerine sızılır. Ülke felç edilir.
Eşzamanlı olarak etnik ve dini gruplar kışkırtılır. Açlığın işsizliğin kol gezdiği ülkeler, yabancı ajanlar için münbit topraklardır.
Ülkenin siyasileri Beyaz Saraya , genel kurmayı NATO’ya, ekonomisi Dünya bankasına, üniversiteleri Erasmus’a bağlanır. Medyası bağlı olunan kurumlar için çalışır!
Feodal ağalardan uyuşturucu baronları yaratılır. Milli dokular bozulur, millet içine ‘halkların özgürlüğü’ tohumlanır, ‘kendi kaderini tayin hakkı’ isteyen halklar, ne hikmetse hep petrol
bölgelerinde ortalığı kasıp kavurur. Para ganidir. Destek de öyle..
Belediyeler sanki artık o ülkenin değil, Avrupa’nın Amerika’nın belediyeleridir. Küresel hükümete bağlı çalışırlar.
Arkalarında dağ gibi emperyalizm vardır.
İsrail ve ABD istihbaratı yardımcılarıdır. Terör örgütü ordularıdır. Televizyonlar taraftarlarıdı r…
Ortalık kan gölüne dönünce, Beyaz Saray’ kalın iplerle bağlı siyasiler, ‘NATO gelsin!, BM Barış Gücü nerde?’ diye bağıracaklardır. .
Sözüm ona muhalefet, ‘TSK, Türkiye Cumhuriyetini koruyup kollama görevinden istifa etsin!’ diye ortaya çıkacaktır.
Saygın Atatürkçü sivil toplum örgütleri, emperyalizmin Anayasası oylanırken ‘Biz tarafsızız! Ses çıkaramayız!’ buyuracaktır.
Bir PLATFORM farzdır!
Ülkede ayık, sesi çıkan, önde gelen kanaat önderleri, , komutanlar, gazeteciler içeri tıkılmıştır, susturulmuşlardır. Ordu alenen tasfiye edilmektedir. Hukuk guguk olmuştur!
Sadece kendi için değil, tüm mazlum milletler için yepyeni bir tarih yazmış olan bir millet, ordusunun bir sırtlan sürüsünün saldırısına uğradığını acıyla görüyor. En üst düzey NATO
paşalarının Beyaz Saray siyasileri ile elele verişlerini izliyor.
Henze’nin dediği gibi, ‘bunalım koyulaştıkça’, sokak çatışmaları artacak, güvenlik güçleri kan kaybedecek, yapayalnız, çaresiz, işsiz aşsız bırakılmış halk galeyana gelecektir.
Tarih, içinden geçtiğimiz bugünleri Türkiye’ye yapılan emperyalist bir SİVİL DARBE olarak kaydedecektir.
Hatay’da Şırnak’da ,İnegöl’de CIA ve Mossad, plan gereği, denemeler yapıyorlar. Türkiye’nin Batı, Doğu ve Güneyinde yapılan bu iç savaş testi, ülke genelinde uygulamaya
sokulmak istenecek, sonraki ilk durak Karadeniz kentleri olacaktır
Kimin Türkiye tarafında, kimin başka ülkeler tarafında olduğunun ayan beyan ortaya çıktığı, bir süreçten geçiyoruz. Milli güçler ve milli irade er ya da geç elele verecektir!
Detaylar kaybolacak, ‘can havli’ devreye girecektir.
Başka ülkelerin işgali altında yaşamak istemeyen HERKES, başta samimi dindar, solcu, Türkçü kanaat önderleri acilen bir araya gelmeli, konferanslar, kongreler, düzenlemelidir. Bunlar,
parti tabelaları altında değil, her kentte bağımsız platformlarda yapılmalıdır. Ve bu faaliyet, referandum için olduğu kadar, onun çok daha ötesinde, çok daha geniş bir gelecek düşüncesiyle
planlanmalıdır.
----------------------------------------------------------------------------------------------
BAYRAM MESAJI
Müslüman Dünyası Ramazan Bayramını kutluyor. Dünyada ve Türkiye’de açlığın, işsizliğin, eşitsizliğin, adaletsizliğin, gelir dağılımındaki uçurumun daha da derinleştiği, savaşın ve şiddetin devam
ettiği koşullarda kutlanıyor, Ramazan Bayramı.
Halkın dini duygularını istismar etmede oldukça mahir olan AKP hükümetinin, kriz gerekçesiyle patronlara üst üste destek paketleri sunduğu, Referanduma HAYIR diyenlere açık açık göz dagı verilen
şehir turları ortamında, işçi ve emekçi halkımızın ise sefalete sürüklendiği koşullarda kutlanıyor, Ramazan Bayramı.
Demokratikleşme, açılım demagojisinin ayyuka çıktığı bayramın ön günlerinde bile, ırkçı ve faşist söylem dinmiyor. Linç ve provokasyon eylemleri körükleniyor. Bayramdan, kardeşlikten söz edenler,
tarihte yaşanmış katliamlardan dersler çıkarmak yerine, eşitlik, kardeşlik ve barış isteyenleri hedef tahtasına koyarak yeni acılar yaşatmakla tehdit ediliyorlar.
”Bu nedenle tarif edilemez bir burukluk içindeyiz. Tüm barış, özgürlük, esenlik dileklerimiz ve dualarımız bayramları yaşayamayan bu kardeşlerimiz içindir.
Bu tablo karşısında; Cumhurbaşkanının, Başbakanın ve burjuva muhalefet parti liderlerinin Bayram için söyledikleri tüm güzel sözlerin, mesajların hiçbir inandırıcılığı yoktur.
Baskının ve ayrımcılığın olmadığı, açlığın, işsizliğin ve sefaletin yok olduğu, halkımızın eşit, özgür ve mutlu yaşadığı bayramlar dileğiyle, tüm Türk halkının ve İslam Dünyasının Ramazan Bayramını kutluyoruz.
RPADD MAİNZ
----------------------------------------------------------------------------------------------
BAŞSAGLIĞI
Derneğimiz, çok değerli bir üyesini, erdem timsali bir güzel insanı kaybetti. Suay Ünveren sadece iyi bir insan değil, ilkeli ve disiplinli bir misyon adamı olarak da Türk
Milleti'nin bugün ve gelecekte tam bağımsızlığı, huzur ve refaha sahip olması, devletin millet egemenliği esasına dayandırılması, aklın ve ilmin rehberliğinde Türk kültürünün çağdaş uygarlık düzeyi
üzerine çıkarılması, Tam bağımsız Türkiye'den yana, Özgürlükçü, İnsan Hakları savunucusu, hertürlü terörün karşısında olan, Yobazların, Vurguncuların, Çıkarcıların karşısında dik duran gerçek bir
Atatürkçüydü.
Atatürk ve Cumhuriyet üzerine çok çeşitli derlemeleri ve yazıları olan bu güzel insan, bu gerçek ATATÜRKÇÜ maalesef aramızdan ayrılmııştır...
Gönül isterdi ki daha iyi tanınsın, örnek alınsın, yeni kuşlaklara rol modeli olsun. Suay Ünveren'i sevgi ve saygıyla anıyoruz. Başımız sağolsun.
RPADD Y. Kurulu
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
ELİ KANLI KAHPE TERÖRÜ ŞİDDETLE KINIYOR VE LANETLİYORUZ! …
Ülkemizin birliğini, huzur ve bütünlüğünü bozmayı amaçlayan hain eylemler, asla amacına ulaşamayacaktır.Halkımız, bu hain eylemleri gerçekleştirenlere, arkasındaki güçlere ve Emperyalist desteklere
geçmişte olduğu gibi bugünde birliği ve bütünlüğünü bozmayarak, teröre boyun eğmeyerek gereken dersi verecektir.Ülkemize yönelik tüm terörist eylemleri şiddetle lanetliyor, hain menfur saldırı sonucu
şehit olan askerlerimize Allah’tan rahmet, kederli ailelerine başsağlığı ve sabırlar, yaralılarımıza acil şifalar diliyoruz. Ulusumuzun başı sağ olsun...
RPADD Y. Kurulu
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Onurlu anneler, Anneler Günü’nüz kutlu olsun !
Bu anneler gününde, özellikle de çocuklarını kirli savaşa kurban vermiş, yürekleri evlat acısıyla hançerlenmiş, yaşama sevincini çocuklarıyla birlikte kaybetmiş ve sessiz çığlıklarını kalbinin
derinliğine itmiş anneleri anıyor, onlara muhtaç oldukları evlat sevgisinin en saf ve en yoğun halini gönderiyoruz.
Tüm annelerimizin, özelliklede şehit ANNELERİNİN "Anneler Günü" kutlu olsun...
RPADD Y. Kurulu
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Kınama.!
TARİHİ BELGELERİN VE BİLİMİN DIŞLANARAK ÇAĞIMIZIN EN BÜYÜK EMPERYALİST YALANININ (SÖZDE ERMENİ "SOYKIRIM" TASARISI) AMERİKA'YA YAKIŞIR BİR ŞEKİLDE ONAYLANMASINI ŞİDDETLE KINIYORUZ.!
RPADD Y. Kurulu
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Uğur Mumcuyu Sevgiyle Anıyoruz
16 yıl önce bugün faali meçhul bir cinayete kurban giden Uğur Mumcu'yu, onun 1975 tarihli "Sesleniş" adlı yazısıyla anıyoruz...
Uğur Mumcu/CUMHURİYET
Sesleniş
Dağ gibi karayağız birer delikanlıydık. Babamız, sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı, ekmeğimizi.
Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken bizler bir mumun ışığında bitirdik kitaplarımızı. Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük
kavgaya. Ecelsiz öldürüldük. Dövüldük, vurulduk, asıldık.
Vurulduk ey halkım, unutma bizi…
Yoksulluğun bükemediği bileklerimize çelik kelepçeler takıldı. İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez. İsteseydik, diplomalarımızı, mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık. Mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık. Yazlık kışlık katlarımız, arabalarımız olurdu. Yüreğimiz, işçiyle birlikte attı. Yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze çiçek gibi verdik topluma. Bizleri yok etmek istediler hep. Öldürüldük ey halkım, unutma bizi…
Fidan gibi genç kızlardık. Hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı gözbebeklerimizden. Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında, işkencecilerin acımasız ellerine terk edildik. Direndik
küçücük yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla. Tükürülesi suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi, taptaze inançlarımızı fırlattık boş birer eldiven gibi. Utanmadılar insanlıklarından,
utanmadılar erkekliklerinden. Hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi…
Ölümcül hastaydık. Bağırsaklarımız düğümlenmişti. Hipokrat yemini etmiş doktor kimlikli işkencecilerin elinde öldürüldük acınmaksızın. Gelinliklerimizin ütüsü bozulmamıştı daha. Cezaevlerine
kilitlenmiş kocalarımızın taptaze duygularına, birer mezar taşı gibi savrulduk. Vicdan sustu. Hukuk sustu. İnsanlık sustu.
Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi…
Kanserdik. Ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde. Uydurma davalarla kapattılar hücrelere. Hastaydık. Yurtdışına gitseydik kurtulurduk belki. Bir buçuk yaşındaki kızlarımızı
öksüz bırakmazdık. Önce kolumuzu, omuz başından keserek yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak fırlattık attık önlerine. Sonra da otuz iki yaşında bırakıp gittik bu dünyayı, ecelsiz.
Öldürüldük ey halkım, unutma bizi…
Giresun’daki yoksul köylüler, sizin için öldük. Ege’deki tütün işçileri, sizin için öldük. Doğu’daki topraksız köylüler, sizin için öldük. İstanbul’daki, Ankara’daki işçiler, sizin için öldük. Adana’da, paramparça elleriyle, ak pamuk toplayan işçiler, sizin için öldük.
Vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım, unutma bizi…
Bağımsızlık, Mustafa Kemal’ den armağandı bize. Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara. Mezar taşlarımıza basa basa, devleti yönetenler, gizli emirlerle başlarımızı ezmek, kanlarımızı emmek istediler. Amerikan üsleri kaldırılsın dedik, sokak ortasında sorgusuz sualsiz vurdular.
Yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım, unutma bizi…
Yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi savunduk; komünist dediler. Ülkemiz bağımsız değil dedik; kelepçeyle geldiler üstümüze. Kurtuluş Savaşı’nda emperyalizme karşı dalgalandırdığımız
bayrağımızı daha da dik tutabilmekti bütün çabamız. Bir kez dinlemediler bizi. Bir kez anlamak istemediler. Vurulduk ey halkım, unutma bizi…
Henüz çocukluğumuzu bile yaşamamıştık. Bir kadın eline değmemişti ellerimiz. Bir sevgiliden mektup bile alamamıştık daha. Bir gece sabaha karşı, pranga vurulmuş ellerimiz ve ayaklarımızla çıkarıldık idam sehpalarına. Herkes tanıktır ki korkmadık. İçimiz titremedi hiç. Mezar toprağı gibi taptaze, mezar taşı gibi dimdik boynumuzu uzattık yağlı kementlere.
Asıldık ey halkım, unutma bizi…
Bizi öldürenler, bizi asanlar, bizi sokak ortasında vuranlar, ağabeyimiz, babamız yaşlarındaydılar. Ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı ya da susmuşlardı bütün olup bitenlere. Öfkelerini bir gün bile karşısındakilere bağırmamış insanların gözleri önünde öldürüldük. Hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına, Batı uygarlığı adına, bizleri, bir şafak vakti ipe çektiler.
Korkmadan öldük ey halkım, unutma bizi…
Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım, unutma bizi… Bir gün sesimiz, hepinizin kulaklarında yankılanacak ey halkım, unutma bizi.
Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz şimdi, hep birlikteyiz ey halkım, unutma bizi, unutma bizi, unutma bizi…
25.8.1975
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Abdi İpekçi'yi anıyoruz
Gazeteci İpekçi 31 yıl önce bugün öldürülmüştü
Tarih 01 Şubat 2010, 16:45
Milliyet Gazetesi Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi, silahlı saldırı sonucu öldürülüşünün 31.yılında Zincirlikuyu'daki mezarı başında anıldı.
İpekçi’yi anma törenine, İpekçi’nin eşi Sibel İpekçi, kızı Nüket İpekçi ile Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Orhan Erinç, Milliyet ve Hürriyet Gazetesi yazarlarından Nail Güreli, Derya Sazak,
Sami Kohen, Mehmet Ali Birand, Tufan Türenç, Ferai Tınç, Türkiye Gazeteciler Sendikası Genel Başkanı Ercan İpekçi ve DİSK Başkanı Süleyman Çelebi katıldı. Çok sayıda gazeteci ve sevenlerin de
katıldığı anma töreninde kızı Nüket İpekçi ile Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Erinç birer konuşma yaptı.
Nüket İpekçi, Abdi İpekçi’nin katili olan ve geçtiğimiz hafta cezaevinden çıkan Mehmet Ali Ağaca’ya atıfta bulundu ve “Devletin bütün güçlerini seferber ettik ama “başaramadık” dediler. Artık öyle
bir yerdeyiz ki ancak 31 yıl öncesine gidersek hep birlikte özgürleşebiliriz. Bizim mahkumiyetimiz sona ermedi” dedi. Suskunluk bozmak, feryat etmek, çığlık atmak için babasının kabri başında
olmadığını dile getiren İpekçi, konuşmasını şu şekilde sürdürdü:
Cumhurbaşkanı, Genelkurmay ve Başbakan bu soruların cevabını bulamaz mı?“Konuşmak için mahkum edildiğimiz bu yaşantının tanıklığını yapmak için buradayız. Artık öyle bir yerdeyiz ki, ancak 31 yıl
öncesine gidersek hep birlikte özgürleşebiliriz. O zamanki yöneticiler bu hafta bizi teker teker o günlere götürdüler. 'Devletin bütün güçlerini seferber ettik ama başaramadık' dediler. Aslında bu
bir başarısızlık değil, engelleme hikayesidir. Kurumlar bu tür engellemeleri bu kadar yıl taşıyabilmişlerse, bundan sonra itibarlarının zedelenmesinden neden kaygı duyarlar. Zaten yeterince bir
zedelenme yok mudur? Yüzleşmekten neden kaçınırlar. Eski dönem, yeni dönem cinayetler hakkında kim ne biliyorsa, tanıklığını getirmek zorunda değil midir? Sorduklarımızla, cevaplamadıklarımızla
hepimiz ortak bir suçu paylaşmış sayılmaz mıyız? Sayın Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanı, Başbakan bir araya gelseler, acaba bu soruların cevabını bulamaz mı? Bulsa nasıl olur?.”
Hala üzgün ve kızgınızTörende bir konuşma yapan Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Orhan Erinç, Abdi İpekçi’yi ölümünün 31. yıldönümünde bir kez daha sevgi saygı ve rahmetle andıklarını dile
getirerek, “Ancak son dönemdeki gelişmeler nedeni ile 1 Şubat 1979’daki kadar üzgün ve kızgınız” dedi. Erinç, konuşmasını şu şekilde sürdürdü:
“Abdi İpekçi, gazeteci yönü ile Türkiye’de hem gazetecilerin örgütlenmesinde hem de meslek ilkelerinin belirlenmesinde öncülük etmiştir. 1960 yılında yürürlüğe konan ve daha sonra çeşitli
değişikliklerle geliştirilen basın meslek ilkelerinin oluşturulmasında başlıca rolü Abdi Bey üstlenmiştir. Onun gazetecilik anlayışı haberlerin duyulduğu gibi değil kontrol edildikten sonra
yayınlamaktı. Bu ilkesi ile pek çok haberi atlamayı da göze alan ve örnek gazetecilik örneklerini de birlikte çalışan ustalarımız anlatıyorlar.”Laik, demokratik Türkiye Cumhuriyetini özümseyemeyen
çevrelerin fikirlerini kalemleriyle savundukları için aydınlarımızı hedef alması ülkemiz adına büyük bir utanç tablosudur. Bu anlamda gazeteci-yazar Abdi İpekçi’nin aramızdan ayrılışının 30. yılında
özlemle ve sayğıyla anıyoruz.
RPADD Yönetim Kurulu
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
NAZIM HİKMET 108 YAŞINDA
Nâzım Hikmet Ran (Rusça: Haзым Хикмет) (d. 20 Kasım 1901[1], nüfusta kaydı 15 Ocak 1902[1][2], Selanik - ö. 3 Haziran 1963, Moskova) Türk şair ve oyun yazarı. Lakabı
"Güzel Yüzlü Şair" veya "Mavi Gözlü Dev"dir. Türkiye'de serbest nazımın ilk uygulayıcısı ve çağdaş Türk şiirinin öncülerindendir. Uluslararası bir üne ulaşmış ve adı 20. yüzyıl'ın ilk yarısında
yaşamış olan dünyanın en büyük şairleri arasında anılmıştır.[3] Eserleri birçok yabancı dile çevrilmiştir. Mezarı halen Moskova'da bulunmaktadır. Türkiye Komünist Partisi (TKP) üyesi olup ayrı ayrı
toplam 11 davadan yargılanmıştır.
30 unda idamı istenmiş, daha sonra Barış ödülü kendisine laik görülmüştür.
Eserleri birçok ödül almıştır. Türkiye'deki yaşamının çoğunu hapiste geçirmiş daha sonra Moskova'ya gitmiş ve Türk vatandaşlığından çıkarılmıştır. 1938'de şairin cezaevine girmesiyle yasaklanıp
ortadan kaldırılmış olan Nazım Hikmet şiiri, Türkiye'de ancak ölümünden iki yıl sonra 1965'te yeniden ortaya çıkmıştır.Alıntı Wikipedia
ATATÜRK
Dağlarda tek tekışıklar yanıyordu.Ve yıldızlar öyleışıltılı,öyle ferahtılar kişayak kalpaklı adamnasıl vene zamangeleceğini bilmedengüzel, rahat günlereinanıyordu ve gülen bıyıklarıyladuruyordu
kimavzerinin yanında,birdenbire beş adım sağındaO'nu gördüPaşalar onun arkasındaydılarO, saati sordu.Paşalar: "Üç" dediler.Sarışın bir kurda benziyordu.Ve mavi gözleri çakmakçakmaktı. Yürüdü uçurumun
başınakadar,eğildi durdu.Bıraksalarİnce uzun bacakları üstündeyaylanarakve karanlıkta akanbir yıldız gibi kayarakKocatepe'den Afyon ovası'naatlayacaktı
N. Hikmet Ran
KADINLARIMIZ
Toprak öyle bitip tükenmez, /dağlar öyle uzakta,sanki gidenler hiçbir zamanhiçbir menzile erişemeyecekti.Kağnılar yürüyordu yekpare meşaleden tekerlekleriyleVe onlarayın altında dönen ilk
tekerlekti.Ayın altında öküzlerbaşka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibiufacık kısacıktılarve pırıltılar vardı hasta kırık boynuzlarındave ayakları altından akantoprak,toprak,ve topraktı.Gece
aydınlık ve sıcakve kağnılarda tahta yataklarındaoyu mavi humbaralar çırılçıplaktı.Ve kadınlarbirbirlerinden gizleyerekbakıyorlardı ayın altındageçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine.Ve
kadınlarbizim kadınlarımız:korkunç ve mübarek elleriince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyleanamız, avradımız, yarimizve sanki hiç yaşanmamış gibi ölenve soframızdaki yeriöküzümüzden sonra gelenve
dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımızve ekinde, tütünde, odunda ve pazardakive kara sabana koşulan ve ağıllardaışıltısında yere saplı bıçaklarınoynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim
olankadınlar,bizim kadınlarımızşimdi ayın altındakağnıların ve hartuçların peşindeharman yerine kehriban başlı sap çeker gibiaynı yürek ferahlığı,aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.Ve onbeşlik
şaraplenin çeliğindeince boyunlu çocuklar uyuyordu.Ve ayın altında kağnılaryürüyordu Akşehir üzerinden Afyon`a doğru.
N. Hikmet Ran
Rheinland-Pfalz Atatürkçü Düşünce Derneği
Dünya şairimiz Nazım Hikmet Ran’ ın 108.ci doğum yılını gönülden kutlarız.!
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
29 Ekim 2010 Cumhuriyetimizin 87’nci kuruluş yıldönümüdür.
Cumhuriyetimizin 87’nci yıldönümünü kutlarken her şeyden önce büyük bir tehlike içinde bulunduğumuzu da vurgulamak zorundayız.
Cumhuriyet sözcüğü tek başına bir şey ifade etmez; yeryüzünde çeşitli cumhuriyetler vardır.
En yakın örnek, şeriata dayalı düzenle yönetilen komşumuz İran Cumhuriyeti’dir.
*
Uygarlığa yakışır, insan haklarını içerir, kadın-erkek eşitliğine dayalı ve bağımsız demokratik cumhuriyetin temeli laikliktir.
87’nci yılını kutlayan Cumhuriyetimizde laiklik tehlikededir.
Ayrıca 1923 Cumhuriyeti’ni ikiye bölmek isteyen iç ve dış güçlerin de ittifak içinde bulundukları, çok kanıtlı bir gerçeğe dönüşüyor.
Cumhuriyetimizin laiklik ve bölünmezliğini tehdit eden güçlerin büyük çapta dış güçlere dayandıkları gün geçtikçe daha aşikâr ve çarpıcı biçimde görülüyor.
*
20’nci yüzyılın sonunda, oldukça güç kazanmış anti-laik güçler iktidardan uzaklaştırılmışlardı.
21’inci yüzyılın başında İslamcı siyaset “stratejik müttefikimiz” ile anlaştıktan sonra büyük bir sandık desteğiyle iktidara gelebilmiştir.
Bunun yanı sıra Amerikan işgali altında bulunan Kuzey Irak’ta üslenip yuvalanan bölücülük de dış desteklerine dayanıp epey mesafe alabilmiştir.
*
Ne yazık ki ‘Cumhuriyet Bayramı’mızı yeteri kadar sevinçle, güvenle, gönül rahatlığıyla kutlayamıyoruz; günümüzde Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti, “olmak ya da olmamak” sorunuyla karşı karşıya
gelmiştir.
*
Gerçekten de Türkiye Cumhuriyeti, neresinden bakarsanız bakın, tehlikenin ortasında bulunmakta; dış ve iç tehditlerin trafiğinde şaşkınlaşan politikacıların ellerinde sürüklenmekte; bağımsızlığını
yitirmiş bir ülke manzarası sergilemektedir.
1915 olayları Batı ülkelerinin güdümlü siyasetleriyle güncelleştirilmiştir; terör Anadolu’nun Güneydoğu haritasında somut bir tehdit unsuruna dönüşmüş, sınır dışından sarkan ve müttefikimiz sayılan
Amerika’yı da arkasına alan bir niteliğe bürünmüştür.
Laik Cumhuriyet bizzat iktidar tarafından yönetilen bir siyasetle rizikoya sürüklenmiştir.
Ekonomi tam bir borçlanma ve yüksek faiz batağında dışarıya bağlanmış; Türkiye Cumhuriyeti mali açıdan bağımsızlığını yitirmiştir.
Halk meydanlardadır, Türkiye ayaktadır; teröre karşı protestolar şehit cenazelerinde doruğa tırmanmakta, ellerindeki Türk bayraklarıyla toplanan ve yürüyen kitleler, Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyeti
korumak içgüdüsünün itici gücünü dile getirmektedirler.
İç ve dış kimi güçlerin ikinci bir Sevr hayalinde Türkiye’yi ortaklaşa kuşattıkları açık seçik ortadadır.
*
Cumhuriyetin 87’nci yılı işte bu “ahval ve şerait” içinde kutlanacak.
Akıl, denge, serinkanlılık, sağduyu ve güven duygusuna her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.
Bu nedenle Cumhuriyetimizin 87’nci yılını kutlarken büyük bir sınav karşısında bulunduğumuzu vurgulamak zorundayız.20’nci yüzyılın başında büyük bir sınav vererek laik Atatürk Cumhuriyeti’ni
kurabilen Türk ulusu, Atatürk’e layık olabildiğini ve uygarlığa yakıştığını laik, demokratik ve bağımsız Cumhuriyetini savunmak ve korumakla ispatlayacaktır. Atatürk'ün vasiyeti doğrultusunda Türkiye
Cumhuriyeti'ni korumaya ve kollamaya devam edeceğiz. Bu her Türkün vatandaşlık borcudur...
(Alıntı Cumhuriyet Haber Portalı)RPADD-MAİNZ
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Önemli Duyuru !!!
Facebook sitesindeki Rheinland-Pfalz Atatürkçü Düşünce Derneği Mainz adı altında açılan sayfanın, derneğimizle hiç bir alakası yoktur. Oradaki tartışmalara katılıp Yönetim Kurulunu suçlamak dogru
değildir. Yönetim Kurulumuz, adımız kullanılarak açılan sayfanın Facebook' ta derhal kapatılmasını talep etmiştir. Bu tür odaklaşmalar Cumhuriyetimizin yok edilmeye çalışıldığı şu günlerde Cumhuriyet
düşmanlarının işine yarayacaktır. Ol nedenle tüm üyelerimizi vede Atatürkçüleri daha dikkatli vede disiplinli olmaya davet ediyoruz...
RPADD-MAİNZ Yönetim Kurulu
Bu konuda fazla söze gerek yok Mustafa Kemal Atatürk'ün Gençliğe Hitabesini okumak yeterlidir...
Ey Türk Gençliği!Birinci vazifen, Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegane temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli
hazinendir. İstikbalde dahi, seni, bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahili ve harici, bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklal ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak
için, içinde bulunacağın vaziyetin imkan ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkan ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklal ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada
emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil
işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar
sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakru zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.Ey Türk istikbalinin evladı!İşte, bu ahval ve şerait
içinde dahi vazifen, Türk İstiklal ve Cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.Ankara, 20 Ekim 1927