Derneğimiz Onur Kurulu Üyesi Alp Hamuroğlu'nun 27 Mayıs'a özel hazırladığı yazıyı sizinle paylaşıyoruz. (https://www.facebook.com/alp.hamuroglu)

 

Son Devrim 60. Yaşında: 27 Mayıs

 

 

“Onlar şahsi menfaatlerini cehalet ihtirasıyla dolu faşizm rejimini tatbik, Hitler ve Mussolini prensiplerini milletin içinde anane haline getirmek istediler. Aydın tenkitçilerin söylediklerini hiçe sayarak dünyada hiç bir vicdanın asla kabul etmeyeceği demokrasi dışı unsurları milletimize kabul ettirmek istediler.”
RAMAZAN ONBAŞI

“Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’i basınsız, üniversitesiz, meclissiz idare etmek istiyorlardı. ... Türkler, alimleri dalkavuk, öğrencileri maktul, gazetecileri korkuluk ve bütün aydınları sürüngen hale getirerek, bir çete gibi davrananların rezaletlerini dünya önünde reddetmişlerdir.”
AZİZ NESİN, 28 Mayıs 1960

“Menderes... Atatürk’ün ortadan kaldırdığı batıl inançlara saplanma hürriyetini geri veriyordu. Ordu Menderes’e itaat veya Atatürk ruhuna sadakat gösterme şıklarından ikincisini tercih etti.”
CORRIERA DELLA SERRA

 

1908 Meşrutiyet Devrimi Hürriyet Devrimi olarak anılır.  Çünkü hürriyet için yapılmıştır ve hürriyet getirmiştir.

 

Bir Kemalist devrim olan 27 Mayıs Devrimi de bir hürriyet devrimidir.  Unutmayalım İstanbul’daki Beyazıt Meydanı, 1960 yılından sonra “Hürriyet Meydanı” olmuştur.

 

1950 14 Mayısında yapılan seçimde Demokrat Parti (DP) beklenmedik ölçüde çok oy alıp iktidar olduğunda Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) hükümetten çekildi ve muhalefete geçti.

 

Yeni iktidarın ilk uygulamaları, laiklik karşıtı kesimleri memnun etmeye yönelikti.  Ayrıca, savaş sonrasında CHP’nin açtığı ABD ile sıkı ilişkiler yürütmeyi daha da geliştirmek ve ileri götürmek isteğini gizlemiyordu.  NATO’ya başvuruldu, reddedildi, ama sonradan ABD Kore Savaşına katılma isteği göstermiş olduğundan Türkiye’yi almayı doğru gördü, ortaklarına da kabul ettirdi.  Türkiye’nin asker gücü önemliydi, kullanılmalıydı.

 

1954 yılında Silahlı Kuvvetler için beğenmezlikler sonucu kıpırdanmalar başladı.  55’lerden itibaren de emir-komuta zinciri dışında oluşumlar görüldü.  Bunlar küçük gruplaşmalar olduğu için ya gelişemediler ya da açığa çıktılar, böyle bu dönemin arkası kesildi.

 

Çok yerde “27 Mayıs’ın başlangıç tarihi” diye anılan 1957 yılı subay hareketlenmeleri yargıya kadar vardı ama çok genişlemedi.

 

1958 yılında, yönetimin antidemokratik uygulamalarından, gerilimli ortamdan, gelişmelerden ve ABD ile ilişkilerden rahatsızlık duyan silahlı kuvvetler mensupları içindeki Atatürkçüler gizli gruplar oluşturmaya başladı.  DP’nin iktidara gelir gelmez Silahlı Kuvvetlerde geniş çapta tasfiyeler yapması, zaten ordu içinde DP yönetimine karşı ilk tepkilerin ortaya çıkmasına ve güçlenmesine yol açmıştı.

 

Ekonominin baş aşağı gidişi ve “iflasın ilanı” da aynı yılda, 1958’dedir (Dolar 2,80 TL’den bir gecede 9 TL’ye çıkmıştır).  Zamlar birbirini kovalar, hayat pahalılığı yüzde 500’e varan artışlar gösterir.

 

Muhalefete, CHP’ye, basına baskılar yoğunlaşmış ve yasal olmayan uygulamalar başlamıştır.

 

1960 yılının 19 Nisanında Ankara’da, 28 Nisanında İstanbul’da gençlik kitleleri baskılar karşısında harekete geçip gösterilere başlayınca iktidara tepki bütün topluma yayılır.

 

29 Nisan’da en büyük üç kentte birden toplaşma ve gösterilerin başlaması üzerine bastırma yoluna girişilir.  Ankara’da üniversite binalarına ateş açılır, İstanbul’da ölenler olur, gerilim tırmanır, “Örfi İdare” (Sıkıyönetim) ilan edilir.

 

1 Mayıs’ta İstanbul’da bir gün için günün tamamında sokağa çıkma yasağı uygulanır.

 

2 Mayıs’ta İstanbul’da NATO Bakanlar Kurulu toplantısı yapılacaktır.  Gençlik bunu dikkate alarak toplanmayı Belediye Sarayının önünde yapmayı planlar.  Şaşırtıcı bir şekilde büyük bir kalabalık oluşur ve “Kahrolası diktatörler, bu dünya zalimlere kalmaz”, “Olur mu böyle olur mu, kardeş kardeşi vurur mu”, “Menderes istifa” sloganları eşliğinde gösteriler dünya basınının da hazır olduğu ortamda büyük etki yapar.  Ve o gün Türkiye’de NATO’ya da karşı olan ilk gösteri yapılmış olacaktır.

 

Gazetelerin sansürlendiği ve haber veremez olduğu şartlarda “kulak gazetesi”yle Ankara’da “555K” gösterileri yapılacaktır.  Açılımı, “5’inci ayın 5’inci günü saat 5’te Kızılay’da” olan 555K, 27 Mayıs’ın kendiliğinden ortaya çıkan habercisi ve şifresidir.  Ve 5 Mayıs’ta parolayı duyan Kızılay’a gelir ama oradan cumhurbaşkanı, başvekil ve bazı bakanların da içinde olduğu bir kortej de geçecektir, göstericiler ise bunu bilmemektedir.  Kalabalığı kendilerine tezahürat yapan taraftarlar zanneden Adnan Menderes, Celal Bayar ve diğer bakanlar sevinirler, ancak protestoların ortasında kalırlar, kuşatılmışlardır.  Bir ara yalnız kalan Menderes kendini kaybedecektir, kalabalığa şöyle seslenir; “Ne duruyorsunuz, öldürün beni!”

 

Her yıl törenlerle kutlanan 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı ilk kez iptal edilmiştir, yapılmayacaktır.  Ama bu sefer yasaklanamayan bir şey olur, Anıt Kabir ziyaretçi akınına uğrar.  Ele geçirilen Anıt Kabir’de ziyaretçiler saldırıya uğrar, yerlerde süreklenirler, coplanırlar, dağıtılmaya çalışılırlar.

 

Ve yasaklanan bayram İstanbul’da da kutlanacaktır!  İki genç saat 14:30’da bir çelenk taşıyarak Taksim Anıtına gelir, meydan polisin işgali ve kontrolu altındadır, kimse meydana bırakılmayacaktır, ama çelengin bırakılmasına izin verirler.  Arkasından meydanı çevreleyen cadde ve sokaklardan çıkan binlerce genç, önce saygı duruşu, sonra İstiklal Marşı söyleyerek bütün önlemleri boşa çıkarırlar.  Taksim Anıtına o gün bırakılan çelenkler sayılmamıştır ama sayı hiç de az değildir!

 

20 Mayıs’ta Ankara’ya Hindistan Başbakanı Pandit Nehru resmi ziyarette bulunacaktır.  Hükümet kendilerine taraftar olsun ve protesto yapılamasın diye kitle toplamak için Türkiye’nin çeşitli yerlerinden kamyonlarla insan taşır.  Geçit güzergahı üzerine yerleştirilen ve dizilen çoğu köylü olan bu insanlara rağmen istenmeyen, beklenmeyen başka bir kalabalık bir kalabalık da vardır, öylesine etkili protestolar olur ki, emniyet güçleri “gaz bombası” kullanacaktır (Türkiye’deki ilk kullanım olup olmadığını bilmiyoruz ama öyle olmalıdır).  Başkentin en geniş bulvarında yaşanan dövülme, gözaltına alınma, sürüklenme, vahşet ve şiddet görüntülerini yaşayanlardan başka kimse o günlerde öğrenemeyecektir, sansür en fazla o gün içindir.

 

21 Mayıs’ta Harp Okulu öğrencileri başkentte Sıhhiye Meydanında Orduevi önünden yürüyüşe çıkar.  Üniversite gençliği ile dayanışma içinde olduklarını göstermek istemektedirler.  Ama iktidarın yasal olmayan uygulamalarına alet olmayacakları mesajını da vermektedirler.  Tarihe Harp Okulu Yürüyüşü olarak geçen olay, aslında “bir subaylar yürüyüşüdür”.  Başında bir generalin olduğu kortejde subaylar ve askeri yargıçlar yer almışlardır.  Verilen dağıtma amaçlı saldırı emri yerine getirilemez.  Gene yabancı basının dünyaya yansıtacak olduğu olay ülkemizde ancak 27 Mayıs’tan sonra yazılacak ve öğrenilecektir.

 

“Bardağı taşıran damla” olarak nitelenen yürüyüş devrimin zaten gelmekte olduğunu göstermektedir.  Aslında hazırlıklar çoktan yapılmış, planlar çoktan sonuçlanmıştır.  Ve her şey ülke içindedir.  Komitenin ileri gelenlerinden Albay Sami Küçük, “Amerika ile hiç bir temas olmadı” diyerek sonradan çok merak edilecek bir konuya 1990’da açıklık getirecektir.

 

Ve böylece 27 Mayıs sabaha karşı saat 03:00’a gelinir; “Parola vatan, işaret namus”.

 

Harekat başlamıştır.

 

27 Mayıs, gençlik-ordu-millet birliğidir.

 

27 Mayıs sabahı başlayan askeri müdahale süreci, 25 Ekim 1961’de Cemal Gürsel’in Meclis tarafından Cumhurbaşkanlığına seçilmesi üzerine sona erecektir.

 

 

1960 Yılı Tarihimizin Bir Dönüm Noktasıdır

 

27 Mayıs 1960 tarihinden sonra neler oldu?

 

  • 27 Mayıs’ın ilk duyurusunda “sokağa çıkma yasağı” ilan edildi.  Ancak kendilerini sevinçten sokağa çıkmaktan alıkoyamayan on binlerce kişi Devrimin ilk  bildirisinin emrini çiğneyeceklerdir.  Ancak kimse yasağı çiğnediği için kovalanmayacak, yakalanmayacaktır, tek bir önemli olay çıkmaz, güvenlikçilerle halk karşılıklı anlayış ve hoşgörü havasındadırlar.
  • Toplumumuzda hemen bir özgürlük duygusu oluştu.  Türkiye kendini kısıtlanmış hissediyordu, özgürlükler yok edilmişti, “var olan yetersiz hürriyetler bile bastırılmakta”ydı.  Antidemokratik bir hava oluşmuştu.  Bunun sonucu büyük bir sevinç dalgasıydı.  Aylar sonra, yönetimin ekonomik zorluk içinde olması dolayısıyla açılan bir kampanya alyansların bağışlanmasıyla büyük bir düzeye çıkacak, milyonlarca eş yüzüklerini, kadınlar altın bileziklerini Devrime vererek sevinçlerini paylaşacaklardır.
  • Ertesi günden başlayarak cezaevlerindeki siyasal tutuklular özgürlüklerine kavuştu.  Gazeteciler, yazarlar, siyasetçiler, öğrenciler cezaevlerinden çıkarıldı.
  • Bakanlık emrine alınan ve yararlı çalışmalarından alıkonan öğretmenler, akademisyenler, bürokratlar, diplomatlar, mühendisler, bilimciler vb. görevlerine döndürüldüler, çalışmalarına başladılar.
  • Kapatılmış olan 14 gazete yeniden çıkmaya başladı.
  • Müdahalenin dördüncü gününde doğu ve güneydoğudan seçilen 485 toprakağası ve şeyh Sivas yakınlarında bir kampta toplandı.  Bunların içinden 55’i aileleriyle birlikte orta ve batı Anadolu’daki kentlere, 19 Ekimde çıkarılan Mecburi İskan Kanunu ile gönderilecektir.  Olay çok büyüktür ve önemlidir.
  • Milli Birlik Komitesi, “geldikleri gün gitmeyi düşündükleri” için “kendilerini bağlayan” bir yasal dayanağa ihtiyaç duyuyorlardı.  Bunun için bir “geçici bir anayasa”yı gerekli gördüler.  “Demokrasiye” ve “parlamenter sisteme” bağlı “ihtilalciler”di.
  • Devrim’in lideri Orgeneral Cemal Gürsel hukukçulardan, geçici olmayan yeni bir anayasa hazırlanmasını ve bu anayasada “toprak reformu yapılmasını sağlayacak ve oy avcılığını, din istismarını önleyecek” hükümler bulunmasını ister.
  • Meclis feshedildi (12 Haziran 1960).  Bütün yetkiler, geçici anayasaya göre Milli Birlik Komitesi’ne verildi.  Yeni Meclis bir yıl sonra yeni Anayasa’ya göre seçilecek ve oluşacaktır.
  • Adalet kavramına gereken değer verildi, yargısız hiç bir cezalandırma yapılmadı, hiç kimseye işkence uygulanmadı, yargılananlara saygılı davranıldı (Yassıada ve Mahkemeleri).
  • Yeni basın yasası yapıldı.

 

Ve 27 Mayıs Devrimi’nin açtığı dönem olarak:

  • Demokratik gelişmeler oldu.  Kitle mücadeleleri ortaya çıktı, büyüdü, yoğunlaştı, yaygınlaştı.  27 Mayıs’tan sonra Türkiye sokakları, meydanları, fabrikaları, işyerleri, madenleri mücadele yerleri haline geldi.  Emekçi, öğrenci, köylü eylemleri bütün toplumu sardı.
  • Parlamenter çoğulculuğun sınırlarını, toplumun geniş kesimlerine, emekçi sınıflara da genişletti. 
  • Seçim sistemi demokratikleşti.
  • Sol partilerin Meclise girmesinin yolu açıldı.
  • Yeni bir Anayasa yapıldı, özgürlüklerin sınırlarının genişletilmesi bu Anayasa’ya dayandırıldı (60’lı yılların sonunda “bol geldiği” söylenecek ve kesip biçilecektir).
  • Anayasa’yla birlikte ilk defa Anayasa Mahkemesi kurum olarak ortaya çıktı.
  • Üniversite özerkliği gerçekleşti.  Üniversitelerde bilim özgürleşti.
  • Ortaöğrenim açısından bir Öğretmen Devrimi’nden söz edilebilir.  Öğretmenler Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) gibi örgütler kurarak siyaset sahnesinde yerlerini aldılar.  Önemli eylemler yaptılar.
  • TRT özerk hale getirildi.
  • Atatürk’ten uzaklaşıldığı duygusu uyanmış olduğu için tekrar bir Atatürk sevgisi ve arayışı ortaya çıktı.  Toplumumuz Atatürk’e yeniden sarıldı.
  • Laiklik çeşitli bakımlardan zedelenmiş olduğu için laikliğin önemi tekrar anlaşıldı ve mücadele konusu oldu.
  • İşçi sınıfına grev ve toplu sözleşme hakları tanındı, milyonlarca emekçi bundan yararlanacaktı.
  • Kooperatifçilik ve sendikacılık öne çıktı.
  • Yayın dünyasında büyük bir devrim oldu.  Dünya edebiyat klasikleri, sosyalizmin teorik birikimi, antiemperyalist mücadelenin önünü açan kitaplar bu dönemin sonuçlarıdır.  Buna bağlı olarak büyük bir aydınlanma, okuma seferberliği, bilinçlenme, topluma yönelik yazar ve aydınların öne çıkması, yayıncılık devrimine eşlik etti.
  • Atatürk sonrasındaki Aydınlanma 27 Mayıs’la başladı ve dönemin özelliği oldu.  Bu düşünsel canlanma yakın tarihimize damgasını vuracaktır.
  • Atatürk sonrasında topluma kapanan sosyalizm ve sosyalist aydınlar geniş ufuklar açtılar.  Örneğin, yasaklı Nazım Hikmet’i Türkiye yeniden öğrendi, yeniden tanıdı.
  • ABD’ye bağımlılığımıza gösterilen devlet tepkisi gururla anacağımız önemli olaylar olmasına yol açtı.  Örneğin, ABD Başkanı L. Johnson’un küstah mektubuna (5 Haziran 1964) karşı Başbakan İsmet İnönü’nün “yeni bir dünya”nın kurulacağını söylemesi tarihe düşülen bir nottu.
  • Kıbrıs’ta soydaşlarımıza saldırı ve katliamlar ertesinde dış politikamızda milli bir çizgi izlediğimiz bütün dünyaya gösterildi.
  • NATO’ya karşı çıkma, Amerikan harp gemilerinin ziyaretlerini protesto etme, Türkiye’deki Amerikan konuşlanmaları (üsleri, havalanları, tesisleri, radar merkezleri, teknik faaliyetleri) ve etkinliklerini hedef alma ve teşhir etme şeklinde büyük antiemperyalist, antiAmerikan gösteriler yapıldı.
  • Akademik temelde başlayan öğrenci mücadeleleri halkçı, antiemperyalist, yurtsever, milliyetçi, bağımsızlıkçı çizgide büyük bir hareket yarattı.  Türkiye’de 1966-67 yıllarında başlayan bu mücadele dünya çapında 68 Gençlik Hareketiyle bütünleşti.  Bu müdelele Vietnam’da Amerika’nın askeri müdahale, savaş, yıkım ve kıyımlarına karşı dünyada her yere yayıldı.
  • Yıkılan iktidarın devlet içinde yaptığı tahribata karşı sistemli bir çaba sarfedilirken, Atatürk sonrasında ilk kez planlı ekonomiye, planlı yönetime geçildi, Devlet Planlama Teşkilatı kuruldu.
  • Tarımda tekrar bir üretim gelişmesi sağlandı.
  • Sanayileşme konusunda terkedilen noktadan tekrar başlanarak teşvikler yapıldı.

 

27 Mayıs, seçimin demokrasi, demokrasinin seçim olmadığını göstermişti.

 

27 Mayıs, ABD’ye karşı Türkiye’nin itaatkar davranmayabileceğini göstermişti. 

 

DP döneminde Amerikalıları korumak için Kore’ye gönderilen, ABD’nin emrinde savaşan Türk tugayı geri çekildi.  Ancak Türk askerlerinin Kore’den ayrılması bir anlaşma sonucu değildi.  Tek taraflı olarak yapılan, yani izin almadan, bildirmeden yapılan bir eylemdi.  Bu, Türkiye’nin ABD’ye bağımlılığının benimsenmediğini  gösteriyordu.

 

27 Mayıs, ABD’nin teşkilatladığı Türkiye içindeki gizli terör ve komplo örgütü Gladyo çökertildi.  NATO’ya girmemizden (daha doğrusu alınmamızdan) sonra 27 Eylül 1952’de Seferberlik Tetkik Kurulu adıyla kurulan ve giderleri, kadroların maaşları CIA tarafından karşılanan Türk-Gladyo’su o tarihte faaliyete başlamıştı (1965 yılında Özel Harp Dairesi adını alacak, 70’li yıllarda kendisine gayriresmi olarak “Kontrgerilla” adını verecektir). ABD’nin ordu ve devlet dairelerinde gizli ve yarı-açık örgütlenmeleri büyük bir memnuniyetsizlik nedeniydi.  NATO içinde yasal olmayan ve kendilerinin SuperNATO adını verdikleri gizli örgütlenme açığa çıkarıldı.  Özel Harp Dairesi Başkanı Tümg. Daniş Karabelen emekliye sevkedildi.  İktidarla ve ABD ile uyumlu olan Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun görevden alındı, tutuklandı (Yassıada duruşmalarında sanık olacak, idamla yargılanacak ve hüküm giyecektir). 

 

Bunlar yüzünden 27 Mayısçı subayların büyük bir çoğunluğu bir Amerikan müdahalesinden çekiniyordu.

 

ABD 27 Mayıs’a müdahale etmedi.  Esas neden ilkönce beklemekti.  Kendilerine hizmet edenler ağır basacak mıydı, durum tekrar lehlerine dönecek miydi, görülmeliydi.  Kaldı ki “Devrim”in ertesi günü ABD Büyükelçisi F. Warren Başbakanlığa koşup Cemal Gürsel ile görüşmüştür.  “Kırılma noktası” olarak nitelelen bu görüşmede Gürsel büyükelçiyi rahatlatacaktır; ona “Hazinede 23 milyon var, ancak aybaşında devlet memurlarının maaşlarını ödemek için 180 milyon lira lazım” der.  Yani ABD’nin kendilerine yardım edebileceğini, hatta etmesi gerektiğini ihsas ettirmiştir.  Bunun sonucunda ABD’nin yeni hükümeti tanıması için aradan sadece bir gün geçmesi gerekecektir.

 

Ayrıca 27 Mayıs Batı dünyasında büyük bir ilgi ve olumlu değerlendirmelere yol açmıştı, erken müdalale çok yanlış olurdu, ABD dış politikası ve diplomasisi çok zarar görebilirdi.

 

6-7 Eylül Olayları, İngiltere’nin MI6 (Mission Impossible 6) ve Amerika’nın CIA istihbarat ve komplo örgütlerinin ortaklaşa yaptığı ve kapsamlı büyük bir operasyondu.  DP iktidarının sorumlularının ve tetikçilerinin yargılandığı Yassıada Duruşmalarında ayrı ve başlı başına bir konu olarak ele alındı, 6-7 Eylül sorumluları yargılandı.

 

Ama gene de 27 Mayısçıların arasında ABD gibi “güçlü bir devlete” muhtaç olduklarını düşünenler vardı.  Bu öncelikle ABD’yi ürkütmeme ve ondan ekonomik yardım bekleme konularında kendini gösterdi, ihtiyaç hissettirildi, emekli edilen subayların ikramiyeleri ABD tarafından ödendi.

 

Fakat ne var ki, askeri müdahaleyi yapan ve devrimin fiili önderi olan devrimci, Atatürkçü subay kadrolar içinde Amerika’nın eğittiği Amerikancılar da bulunuyordu.  Az sayıda olmalarına rağmen ilk dönemde bazı bakımlardan etkili oldular.  İçlerinde en önemlisi olan Albay Alpaslan Türkeş, müdahalenin hemen arkasından Ankara Radyosundan “NATO’ya, CENTO’ya bağlıyız” konuşmasını yaparak Amerika’ya mesaj verilmeye çalışılmış, ABD’ye güven verilmiş ve 27 Mayıs’ın daha başında lekelenmesine yol açmıştı.  Kullanılan ibare yalnızca Amerikancıların işi değildi, bunu, Milli Birlik Komitesi içindeki ihtiyatlı, temkinli, tedbirli subaylar ile Amerika gibi büyük bir devletle ters düşmemek isteyen teslimiyetçiler de uygun bulmuş olmalıydılar.  Ancak kısa bir süre sonra Amerikancılar tasfiye edildiler ve belki de hepsi ya görevlerinden alındılar ya da yurt dışına gönderildiler (“14’ler” içinde onlar da vardı; 15 Kasım 1960).

 

27 Mayıs’ın ortaya çıkmasına neden olan suçlar yüzünden yapılan ve 14 Ekim 1960 tarihinde başlayan Yassıada Mahkemeleri önde gelen sanıkları, Anayasa’yı ihlal ve vatana ihanet suçlarından yargılayacak ve 15 idam kararı verecek (15 Eylül 1960), ama bunlardan yalnız üçü infaz edilecektir (Menderes, Zorlu, Polatkan).

 

 

27 Mayıs neleri Yapamadı?

 

Sonuçta

  • Atatürk devrimlerine dönüş sağlanamadı.
  • ABD’ye bağımlılık tam olarak sona erdirilemedi.
  • ABD’nin bütün NATO ülkelerinde kendisine bağlı gizli ve yasal olmayan örgütlenmelerin Türkiye ayağı 27 Mayıs’tan 3-4 yıl sonra tekrar yapılandı ve faaliyetlerine başladı.
  • Şeyhlik, ağalık gibi eski düzenin kalıntısı olan efendi-kul ilişkilerine darbe vurmak için çıkarılan yasa iki yıl sonra yürürlükten kaldırıldı, geçersizleşti.  Böylece Cumhuriyet’in hedef aldığı feodalizmle mücadele de yarıda bırakıldı. 
  • Cumhuriyet için düzenlemeler doğru ve kalıcı olacak şekillerde yapılamadı.  Üniversitelerde iktidara yandaş, Devrime karşı ve yararsız mensupların temizlenmesi için yapılan “147’ler Olayı”, bilinçsizce ve yanlış anlayışlarca yürütüldü, çok değerli öğretim üyeleri (profesör, doçent, asistan) uzaklaştırıldı.  Bu tasfiyeler aynı zamanda Devrimin askeri önderleri ile sivil kadroların karşı karşıya gelmesine yol açtı ve büyük tepki topladı.
  • Üniversiteler için yapılan ve gereken düzenlemeler ileri götürülmedi, başlanmışken yarıda bırakıldı (1966 yılında başlayan öğrenci mücadelesinin ilk talepleri üniversitelerdeki sorunlar olacaktı).
  • Yeni devrimci Anayasa’da Altı Ok yer alamadı.  Bu, Cumhuriyet çizgisini sürdüremeyecek olmanın göstergesiydi. 

 

Ayrıca, Anayasa’yı ihlal, vatana ihanet ve görevlerini istismar etme suçlarından yargılanan hükümet, yönetim ve DP milletvekilleri aynı zamanda magazin konusu olan davalarla sulandırıldı.  Bunlar özel hayatlara ve önemsiz konulara girmek olduğu gibi, çok da tepki toplamıştı.  Yargılamaların sonunda üç kişinin idam edilmesi de tarihi ve siyasi olarak yanlış olmuştu.  Bu büyük hata siyasal hayata çok zarar veren bir rol oynayacaktır.

 

Böylece 27 Mayıs, Cumhuriyet’le birlikte ayağa kalkan ve Atatürk’ün ölümünden sonra çizgisinden uzaklaşan Türkiye’nin Amerika’ya bağlanma projesine karşı bir isyan olmakla birlikte, başarıya ulaşamamıştır.

 

Ancak “27 Mayıs, Kemalist Devrimin 1960’lardaki atılımıdır” ve 27 Mayıs son devrimimizdir.  Cumhuriyet’in ve bağımsızlığın yok edilme sürecini belirli bir süre ve belirli ölçülerde durdurmuşt, en azından yavaşlatmıştır.

 

 

KAYNAKLAR

 

 

Cüneyt Akalın, 27 Mayıs Bir Devrimdir / 50. Yılında 27 Mayıs, Kaynak Yayınları, İstanbul 2010.

 

Cüneyt Arcayürek, Açıklıyor-3 / Bir İktidar Bir İhtilal - 1955, 1960, Bilgi Yayınevi, Ankara 1984.

 

Doğan Avcıoğlu, Devrim Üzerine, Bilgi Yayınevi, Ankara 1971.

 

Cumhur Nutku (haz.), 14’lerden Suphi Karaman’a İhtilal Mektupları, Kaynak Yayınları, İstanbul 2010.

 

Örsan Öymen, Bir İhtilal Daha Var... / 1908-1980, Milliyet Yayınları, İstanbul 1987.

 

Teori, 27 Mayıs Özel Sayısı / 50. Yılında 27 Mayıs, sayı 244, Mayıs 2010.

 

[1] “Ordunun en küçük rütbeli konuşmacısı” olarak bir onbaşı olan Ramazan Örs’ün “Silahlı Kuvvetler adına” 14 Haziran 1960 günü Beyazıt Meydanında İstanbul Üniversitesi’nin yeniden açılması töreninde yaptığı konuşmasından.  Geniş bilgi için bkz. Cumhuriyet, 15 Haziran 1960; akt. Akalın, s. 70-72.